16 Ocak 2011 Pazar

Untitled-3

   Yine lanet olası “Stonefloor” sokağına girdim.Eve doğru yürüyorum.Buraya her döndüğümde dağılan kara bulutlar tekrardan sarıyor etrafımı.Işıltıyla parlayan gözlerim adeta kararıyor.bu sokakla aramdaki ilişki, Superman ile Kripton arasındaki ilişki gibi bir şey..Buranın sakinlerinden bahsetmek istiyorum.Şu komşu dediğimiz kişilerden…Sokağın girişinde yaşlı Mr. Green oturuyor.Karısı yaklaşık üç yıl önce vefat etti.Şu an kendisi tam bir yalnız yaşayan huysuz ihtiyar modeli. Her sabah erkenden uyanır ve çiçeklerini sular.Sanırım insan yaşlı ve yalnız olunca yapacak başka bir iş bulamıyor.Hele bir de çiçeklerine dokunun siz, o zaman kendi gibi antikalaşmış o eski püskü bastonunu  her ne pahasına olursa olsun size sallamaktan çekinmez.Sokağın bazı haylaz çocukları, bu ihtiyarla uğraşmaktan çekinmezler.Hatta bazılarının eğlencesi haline gelmiş durumda.Bilirsiniz gizlice bahçeye girip bir şeyler aşırmak, sonra da kovalanmak…İzlemesi ne kadar zevkli olsa da kendinizi o ihtiyarın yerine koyduğunuzda pek de hoş bir şey olduğu söylenemez.
Bizim ihtiyarın hemen karşı tarafında “Dindar Dean“ oturuyor.O adama ve ailesine katlanamıyorum doğrusu.Ona “Dindar Dean” ismini ben verdim.Onu tanısaydınız ne demek istediğimi anlardınız.Kendisinin ve ailesinin kafası bahse varım örümcek ağı tutmuştur.Ama kızları Flo dan şüpheliyim.O kızın beyni olsa da kullanabileceğini düşünmüyorum.Bilirsiniz öyle tipleri, baskıcı bir ailede yetişip de gözü sonradan açılanlar..Ne kadar gizlemeye çalışsa da kızı her gece eve gizlice girerken görmek mümkün.Zavallı ailesi din işleri ile uğraşmaktan kızlarının ne durumda olduğunu fark edemiyor.Karı-koca, her gece tanrıya kendilerini affetmesi ve cennette birer bilet için dua etmekle meşguller.Sanırım buna ihtiyaçları da var…
   
Dean’lerin yan komşuları Liza.Yalnız yaşayan bir kız.Sanırım üniversite için taşınmış buraya.İlk bakışta zeki bir kız gibi görünse de kesinlikle öyle biri değil.Sadece öyle olduğunu zannedenlerden.Neden mi böyle düşünüyorum.Sebebi şu ki o kendisini bir erkeğe kullandıracak kadar zavallı ya da sevgilisinin ne kadar adi olduğunu göremeyecek kadar kör biri.Sevgilisi Derek-ben ona genelde Dick derim-.Lanet olası Dick’i daha geçen gün bir bar çıkışı Flo ile gördüm,tahmin edebileceğiniz gibi fazla samimilerdi.Yaptığım tek şey gözlerinin içine bakarak  gülümsemek oldu.Ama onun bu hareketi yorumlayacak kadar bile beyni olduğunu düşünmüyorum.Bahse varım ona gülümsediğim zaman, onunla yatmak istediğimi falan düşünmüştür.

   Her neyse, zavallı Liza nın karşı komşusu , aynı zamanda bizim de yan komşumuz olan Root ailesinden bahsedeyim.İsimleri gibi köklü bir aile değiller fakat varlıklı oldukları açık.Bu yine de umrumda bile olmadıkları gerçeğini değiştirmiyor.Mr. Root, yasa dışı yolla zengin olanlardan.çok temiz bir geçmişi olduğu söylenemez.Karısı ise zavallı Mademe Bovary.Kimse bilmese de sokağın normallerinden Jack Sailer ile aralarında bir ilişki olduğunu anlamak için bilim adamı falan olmanıza gerek yok.Rootlar’ın en sinir bozucu eserleri şu lanet “İkizler”.İkisi de kendini beğenmiş birer ucube.Bilirsiniz öylelerini, yakıtı para olan, beyin yerine bile parayı kullanmayı tercih eden aciz insanlar.Yan komşunuz olsalardı ne demek istediğimi daha iyi anlardınız.
Diğer tarafımızda ise Jack Sailer oturuyor.Sokağın normallerinden demiştim.Zevkleri uğruna evli bir kadınla ilişki yaşamaktan çekinmeyecek birisi aslında.Sanırım o da Flaubert’i ya da Tolstoy’u yanlış yorumlayanlardan.Kendisi edebiyat öğretmeni aslında.O adama ısınmamın bir sebebi de bu olabilir.Edebiyatı severim.İnsanın kendini ifade etme yöntemlerinin en iyisi olduğunu düşünüyorum.Kitaplarla da aram iyidir.Bana insanlardan daha çok şey verdikleri kesin.Ama bir nokta da yine takılıp kalıyorum ve bundan nefret ediyorum.O kitapları da şu lanet olası insanlar yazmadı mı?

   Bizim karşı komşumuz Harrison ailesi.Bu aile hakkında bahsedeceğim tek şey kızları Dorothy.Kendisi beni öpmeyi başaran istisna kişilerden biri.Ailesi ve çevresindeki insanlar bilmese de geçen yaz öğrendim eşcinsel olduğunu.Sokağın sonundaki parkta oturuyordum.Yanıma geldi ve konuşmaya başladı.Benim de erkeklerle ilgili sorunlarım olup olmadığını falan sordu. Sohbet saçma sapan bir hal almıştı fark ettim ve hiç beklemediğim bir anda dudaklarıma yapıştı. Sanırım beni diğer kızlar gibi her hafta farklı bir erkeğin kolunda görmediği için kendi gibi olduğumu falan düşündü.Aslında o an onu geri çevirmek küçük düşürücü olabilirdi o yüzden bir kaç saniye sürdürdüm şu öpüşme şeyini.Daha sonra durdu ve gözlerimin içine baktı.Ardından “Üzgünüm” diye haykırdı ve  koşarak uzaklaştı.O anda yaptığım tek şey arkasından kahkaha atarak “Ara beni!” diye bağırmak oldu.Belkide dalga geçmemeliydim o şekilde ama kendimi tutamamıştım.
Harrison’ların yan komşusu aynı zamanda sokağın sonunda oturan Colley’ler var bir de.Onlar bu sokağın statüsünü arttıran tek aile diyebilirim.Kendi hallerinde bir yaşam sürüyorlar.Bir kızları var Jean, şu salak ikizlerin daha az ucube olanıyla ilişkisini saymazsak diğerleri gibi bayağı bir hayatı yok aslında.İkisini yan yana görseniz gerçekten ağlardınız abartmıyorum.İkisi de birbirini kullanıyor aslında bilirsiniz şu okullardaki popülarite saçmalığını.Umarım ikisi de bir gün büyür.Aslında böyle kalmalarında da bir sakınca yok.Çünkü bu sokaktaki lanet olası hiç kimse umrumda değil.Dürüst olmak gerekirse, Jean’in ağabeyi Adam bir zamanlar umursadığım kişilerdendi.Bilirsiniz şu saçma sapan sevgili şeyleri.Bir ilişki yaşadık gibi bir şey oldu ve bitti.Şu anda ne yaptığına dair bir fikrim yok.Aynı okuldayız hala ama rast gelmiyorum kendisine, zaten yaklaştığım her öğrenci gurubu sinek ilacıymışım gibi kaçıyor benden biliyorsunuz.O yüzden benimle görünmek isteyeceğinden de şüpheliyim.Çok da umrumda o ayrı tabi…
  
   Şimdi anladınız sanırım neden bu bulutlar etrafımda dolanıyor.Size ne kadar renkli ve eğlenceli bir sokak gibi gelse de burada olmak farklı.Buraya her geri dönüşümde, başka bir yerde olmayı diliyorum.Bu arada benim ailemi boş verin.Anlatacak bir şeyim yok onlar hakkında.Benle ilgili duymak isteyeceğiniz tek şey yine benim.Diğerleri sadece geçerken uğrayanlar…

Untitled-2

    Boş bulduğum bir masada oturuyorum.Saçlarım ıslak , yüzümde yorgun bir ifade…Kahvem hala sıcak.Düşünüyorum...Yağmur damlalarının pencereyi tıklattığını duyabiliyorum.Sanki kendinden memnun değil de içeri alınmayı bekliyormuş gibi.İnsanlar da yağmur gibi aslında.Bazen bereket , bazen bir yıkım…Yağmuru insandan ayıran tek özelliği saflığı olmalı.İnsan maalesef yağmur damlaları kadar saf olamıyor.

    Yağmur, ıslak damlalar ve soğuk bir esinti getiriyor fakat yine de içeri girmek istiyor. İnsan da içeri alınmak istenmediğini bildiği halde kapıyı tıklatmaya devam eder miydi acaba diye düşünüyorum.Belki de yağmurda olmayan fakat insanın sahip olduğu “gurur” denen şey buna engel olurdu.Gurur insanoğlunda saplantı haline gelmiş bir kavram.Aslında düşününce ne kadar gereksiz ve saçma olduğunu anlayabilirsiniz fakat çoğu insan bunu yapacak kadar özgüvene sahip değil.Gurur üzerine konuşmak istiyorum , özür dilemek üzerine…”Özür dilemek bir zayıflıktır!” düşüncesi aciz insanlar arasında dolanan bir saçmalık.Birinin diğerinden yaptığı bir hata için özür dilemesi tamamen sembolik bir zırva.Hatta özür dilemek insanlar arasında daha olumsuz sonuçlar doğurur.Yaptığı her hatayı af dileyerek onarabileceğini düşünen ahmaklar arasında yaşamak nasıl bir duygu?

   Az önce sipariş ettiğim pastam geliyor.Garson “Buyurun.” diyerek gülümsüyor gözlerimin içine bakarak.Kibar olmaya çalışarak teşekkür ediyorum.Aslında benden beklenmeyecek bir davranış size göre ama…Sonra tekrardan kafam düşüncelerle doluyor.”Teşekkür etmek” , insanı ne kadar da mutlu eder.Hatta bi insana verdiğin değeri bile gösterebilir bu sözcükler.”Teşekkür ederim”.Evet insanlara teşekkür ederim.Çünkü böyle basit şeylerle mutlu olan insancıkların suratındaki o zavallı gülümseme tatmin edici.Kendi türümün bu kadar zayıf olması beni rahatsız etmiştir hep fakat benim gibi olmalarını da beklememişimdir hiçbir zaman.Benim gibi olmalarını da istemem ; çünkü benim gibi olamazlar sadece benim gibi olmaya çalışabilirler.Bu da onları komik bir duruma düşürür.Ne kadar onları izlerken eğlensem de bu kadar düşmelerine izin veremem açıkçası.Umursadığımdan değil ; sadece , benim maskemi bürünmüş bir yığın sahte davranışın arasında olmak sıkıcı olurdu.Aynaya bakmak gibi yani.Aynaları da pek sevmem.Gerçeği yansıtmaz asla , sadece sana istediğini gösterir.Yanıltıcıdırlar , bu yüzden insanlar aynaları sever.Çünkü insanlar –çoğu farkında olsa da- büyük bir yalanın içinde yaşamaktadır ve bu yalanın içinde sahte mutluluklara tutunmaktadır.

   Yağmur dinmeye başladı, sanırım vazgeçiyor  kapıyı tıklatmaktan.Hain insanoğlu tarafından içeri alınmayacağını anladı.Acaba bir dahaki sefere , bir çiftçinin haykırışını duyduğunda,yine düşünmeden uğrayacak mı buralara…İçeri alınmayacağını bile bile gelecek mi kapımıza?Yoksa darılır mı dersiniz?Öfkelenir mi?Günlerce yılmadan çarparak kapılara içeri girmeyi başarabilir mi…Dışarı çıkıyorum.Yağmurun arkasında bıraktığı o ılık esinti ve ıslak sokaklar...Işıklar daha bir parlak , gözlerimi alıyor.Yavaş yavaş ilerliyorum.Farkında olmadan bir şarkı mırıldanıyorum , az önce gözlerinin içine bakarak “teşekkür ettiğim” garsonu düşünerek…

Untitled

Yine okul kapısından girişimle beraber esen soğuk rüzgarı tenimde hissedebiliyorum.Yavaş adımlarla ilerliyorum.Üzerimdeki bakışlar daha da keskinleşiyor.İnsanlar benden hoşlanmıyor , bu bir gerçek.Aslında düşünürseniz , bunun için geçerli bir sebepleri de yok.Sadece farklıyım ve bu onları rahatsız ediyor.Karşılaştığım her insan , beni şöyle bir süzüyor önce.Gözlerime bakmaktan da çekinirler nedense.Bu şekilde garipsenmeme anlam veremiyorum bir türlü.İnsanlar tarafından yadırganmak da bir şey ifade etmiyor benim için.Çünkü insanları sevemedim bir türlü.İnsan sevmediği bir şeye neden değer versin ki?Değer vermediği bir şeyi neden dikkate alsın ki?Yalnız bu noktada kısmen çelişiyorum kendimle.Ben de bir insanım…Sanırım bu hayatta tek değer verdiğim kişi de yine benim.Diğerleri , kendini beğenmişleri sevmediklerini söylerler hep ama hiçbir zaman bunu umursamadım.Eğer umursasaydım şu an diğerleri gibi üzülüyor olurdum.Bana atılan her bakış bıçak gibi saplanırdı…
Dışlanmak , ya da diğer bir değişle farklı olanın dışarıda tutulması pek bir şey ifade etmiyor benim için.Çoğu farkında değildir ki asıl dışlanan taraf kendileridir.

     Sınıfa doğru ilerliyorum.”Yönetici” olarak adlandırılan şahsiyetin kapısı önünden geçiyorum, yüzümde acıyan bir gülümseme…Her ne kadar insanlar kendi yarattıkları küçük dünyada büyük bir kral olma çabası içerisinde olsa da , hiçbiri hükümdarlığını bir diğerinin krallığına hükmedecek kadar sağlam temeller üzerine kuramaz.Ben , hiç kimsenin hayatına karışabilecek kadar üstün bir yaratık değilim.Bu durumda tabi ki de diğerlerinin benim hayatıma karışması söz konusu bile olamaz.Kimse , bir diğerine ne yapmasını ya da ne yapmamasını söyleyemez.Sadece kendi doğrusunu sunarak bir çeşit yol gösterici olabilir.Dürüst olmak gerekirse , bana sunulan altın pusulalar ne kadar parlak olursa olsun benim için bir anlam ifade etmiyor.İçinde bulunduğum zifiri karanlık  mağaradan tek başıma çıkabilirim.Yolumu , kızgın alevler kadar parlak olmasa da kendi mum ışığımla bulabilirim.Evet, belki şaşıracaksınız ama bu ışığı , ihtiyacı olanlara da tutabilirim.Fakat bu yine de benim diğerleri tarafından kabul görüleceğim anlamına gelmez ya da benim diğerlerini kabul edeceğim…

     Dışlamak demiştim , hatırlıyorum.İnsanın kendi gibi olmayanı sınır dışı etmesi, ondan uzak durması.Farklı olanı kabul etmek tüm toplumlar arasında tartışılan bir konudur aslında.Düşünüyorum da önünüze her gün aynı yemek konsa , ne kadar süre o kaşığı tabağınıza daldırıp daha sonra ağzınıza götürürsünüz?  Gerçekten merak ediyorum.Çevreme baktığımda bir giyindiğini bir daha giyinmeyenler mi desem , saçını her gün farklı bir şekle sokup kendini dışarı atanlar mı…Madem farklı olanı kabul etmek bu kadar zor , peki bu davranışlar neden?Niçin tek düzeliğin içinde kaybolmuş sıradan bir dünyaya ait olma durumu çoğunuz tarafından inkar ediliyor?

     Zaman ilerliyor.Sanırım acele etmeliyim.Sosyoloji sınıfına yaklaşıyorum. Kapıda sohbet eden iki öğrenci; aralarından hızlıca geçerek sınıfa giriyorum.İçerdekiler yüzlerini ekşitiyor beni görünce, kahkaha atanlar da susuyor bir an…Hiç birine aldırmadan ilerliyorum ve üç yıldır tek başıma hüküm sürdüğüm sırama oturuyorum.Çok geçmeden öğretmen geliyor.Sosyoloji dersinde yaptığımız tek şey “toplum” denen saçmalığı tartışmak gibi geliyor bana.Aslında benim için bir anlam ifade etmediğinden olabilir.Neden diye soracaksanız , toplum da bir insan ürünü değil midir?Bir arada yaşamak , özgürlüğün , “düzen sağlamak” yalanı ile konulan kurallar tarafından sınırlanması ve devlet denen bir grup insan…Öğretmen konuşuyor , ben düşünüyorum.Şu an burada olmam gerek.Uzaklaşmam lazım fakat sadece sizlerden değil…İçimdeki ses , bu dünyada kendi türümün ulaşamadığı bir yere ait olmamı söylüyor.Uzaklaşmam lazım fakat sadece sizlerden değil…Neden çiçeklere alerjim olduğunu bildiğim halde , bir yığın kokusu bile olmayan çiçeğin arasındayım?!